O kadar alışmışız ki bişeyleri bişeylerle yarıştırmaya, durduramıyoruz kendimizi.
Sunay Akın anlatmıştı bir programında, hem de gösterimli bir şekilde: "Yumurta tokuşturur gibi tokuşturuyoruz şairlerimizi..." Evet bu alışkanlıklarımız her zaman ki gibi devam etmekte bu nesilde de. Müzik türlerini, türlerin içindeki tarzları, tarzların içindeki müzik gruplarını, müzik gruplarının içindeki grup elemanlarını...
Tamam bir tarzınız olsun, idolleriniz ve bir çizginiz de olsun, bir kulvarınız da olsun hatda ancak nedendir kendi fikirlerinizi standartlaştırma çabası, onu anlamış değilim. Üstelik her hangi bir konuda yarışsak gam yemeyeceğim, yarıştırıyoruz !
En iyi gitarist olma çabasında değil kimse ama en iyi gitaristi belirleyecek kapasitede herkes. Kendini Türkiye'de kanıtlamış gitarist bile "ben amerikada olsam..." diye başlar cümlesine bu ülkede. Acaba Birleşik Amerikada dünyaca ünlü afro-amerikan blues basscısı diyor mudur "iyiki afrikadan göçmüşüz, oh !". Yoksa günde belli bir süre gitar çaldıktan sonra entellektüelliği, sosyalliği ve dünya görüşünü geliştirmekle de mi meşgul oluyordur. Kimin ne cavabı vereceğini ve kimin ne söyleyeceğini şimdiden duyar gibiyim.
Hep izleyici olmak zevk verir bize, yarışçı olmak ise zor iş, deymez. Kafa sallamak için festivale giden bir amatör müzisyen, orada sahnede olmak yerine, sahnedekilerin performansına bol keseden verir veriştirir. Sevdiğini yere göğe koymaz iken, sevmediğini dünyanın en berbat müzisyeni ilan eder ve ıslıklar saygısızca. Çünkü o genç, kendi sıraladığı sebepleri dolayısıyla; yüksek lisansını da yaptıktan sonra askere gidip, daha sonra da kpss'ye girecek, iş hayatına atılacak, takım elbisesini giyip 25yıl çalışma hayatına başlayacaktır. Geçmişte kalacak o festival ise, onun çılgın gençlik anılarından ibaret olup, sahnedekiler de birer eylence malzemesi olarak hatırlanacaktır. O birşirket de çalışmanın çok önemli bir iş olduğunu düşünse de, dünyaya yön veren sanat adamları onun için birer yarış atı olarak var olacaktır. Hep izleyici olmak zevk verir bize, yarışçı olmak ise zor iş, sıkar biraz !
Bir müzisyenin saygınlığı da kafa yapımız ile de doğru orantılı değil midir? Bir teyze göbek atmaya doymaz düğünde ama istemez kendine göbek attıran müzisyenler arasında olmasını oğlunun... Ressam da aynı, tek farkı ilk okula giden kızından daha iyi resim yapması değil mi? Heykel traş sadece Atatürk heykeli yapmak için alınmıyor mu belediyelere? Ne bilim film artisleri de öpüşmek için film çekiyorlardır belki de... En şanslı tiyatrocular herhalde, onların bir saygınlığı var. Ancak "bunun parası yoktur şimdi, yaklaşılmaz borç felan ister" diyen amcaoğlu vardır belki ya da "bi filimde oynasın, televizyona çıksın da artık ünlü olsun " diyen amcaları...
Yarıştırırız çevremizdekileri, kendimiz yarışın içine hiç müdehail olmadan. Ya rikibimiz yoktur ya da bizden geçmiştir artık. Sanatı, satançıyı... Bilimadamlarını, doktorları, avukatları, öğretmenleri... Ya meslek gruplarını bile işe yaramaları ile değil kazandırdıkları paralar ile yarıştırırız büyük bi zevkle. Sayısal öğrenciler zekidir sözel öğrencilere göre... Nedense sözelciler ülkeyi yönetirken siyaset bilimi, kamu yönetimi okuyarak, mühendisler onların emrindedir, doktorlar, bilim adamları... Hopbala şimdide sözelciler öne geçti yarışta! Tokuşturduk yine yumurtaları.
O kadar alışmışız ki bişeyleri bişeylerle yarıştırmaya, durduramıyoruz kendimizi... Umarım yarışın sonunda varışı görürüz bir kazaya uğramadan.
Onur Yilmaz
22 Eylül 2010
Çarşamba 02:00
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder